VEDA HUTBESİ

VedaHutbesi

"Ey insanlar!

"Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamıyacağım.

"İnsanlar!

"Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur

"Ashabım!

"Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O'da sizin yaptığınız olayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

"Ashabım!

"Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir. Lakin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.

"Ashabım!"

"Dikkat ediniz, Cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu Iyas bin Rabia'nın kan davasıdır.

"Ey insanlar!

"Muhakkak ki, seytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

"Ey insanlar!

"Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınızı; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izininiz olmadıkca evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

"Ey mü'minler!

"Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukca yolunuzu hiç şasırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-ı Kerim ve Peygamberin (a.s.m) sünnetidir.

"Mü'minler!

"Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslümana kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse başkadır.

"Ey insanlar!

"Cenab-ı Hakk her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirascıya vasiyet etmeye lüzüm yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle, Allah'ın, meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Cenab-ı Hakk, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şehadetlerini kabul eder.

"Ey insanlar!

"Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

"Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

  • Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

  • Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.

  • Zina etmeyeceksiniz.

  • Hırsızlık yapmayacaksınız.

  • "İnsanlar Lâilahe illallah deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah'a aittir.

    "İnsanlar!

    "Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?"

    Saheb-i Kiram birden şöyle dediler:

    "Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatta bulundunuz, diye şehadet ederiz!"

    Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) şehadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu:

    "Şahid ol, yâ Rab!

    Şahid ol, yâ Rab! Şahid ol, yâ Rab!"

    14 Ağustos 2011 Pazar

    İslam Düşünce Tarihinde Hatm-i Nübüvvet Meselesi

    Prof. Dr. Metin Yurdagür

    Peygamberlik müessesesinin Hz Muhammed (sav) ile sona erdiğini, O'ndan sonra yeni bir peygamber gönderilmeyeceğini ifade eden "Hatmü'n-nübüvve" terimi, Arapça'da "bir işi tamamlayıp sona erdirmek, bir şeyin sonuna damga vurmak, bir yazı veya belgeyi mühürlemek" anlamlarına gelir. Bu tamlamada yer alan "nübüvvet" terimi; "kullara yönelik olan ilahî irade ve mesajların vahiy yoluyla üstün vasıflı bazı seçkin insanlara, beşeriyete tebliğ etmeleri kaydıyla ulaştırılması" anlamına gelmektedir. Buna göre hatm-i nübüvvet tamlaması Allah ile kulları arasındaki elçilik görevinin sona erdiğini belirtmektedir.

    Kur'ân-ı Kerim'de Hatm-i Nübüvvet

    Kur'ân-ı Kerim'de peygamberlik müessesesinin Hz. Muhammed (sav) ile son bulduğunu açıkça ifade eden tek âyet bulunmaktadır. 1 Hatm-i nübüvvete dolaylı olarak işaret eden âyetlerin sayısı ise yorum farklarına göre kırk ile yüz arasında değişmektedir. Bütün müfessirler başta Ahzab sûresindeki âyet olmak üzere, konuyla ilgili âyetleri tefsir ederlerken, Hz. Muhammed (sav)'in son vahyi tebliğ ettiğini, kendisinden sonra yeni bir vahyin bahis konusu olmadığını vurgulamışlardır.

    Hz. Peygamber hakkında "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın rasûlü ve peygamberlerin de sonuncusudur." 2 mealindeki âyette geçen "hâtemü'n-nebiyyîn" terkibi, O'nun peygamberler zincirinin son halkası olduğunu gayet açık bir şekilde ifade etmektedir. Söz konusu âyette geçen "hâtem" kelimesi, mütevatir kıraat imamları tarafından, bir hareke farkıyla iki türlü okunmakta, böylece her iki okunuşunda da "Hz. Peygamber'in hem peygamberlik müessesini nihayetlendirip taçlandıran son peygamber, yani "âhirü'l-enbiyâ" oluşu, hem de bütün peygamberlerin nübüvvetini tasdik ve tevsik eden "ilahî bir mühür" mesabesinde olduğu vurgulanmış olmaktadır.

    Müfessirler, bu âyette bir başka önemli noktaya daha işaret edildiğine dikkat çekmektedir. Bilindiği üzere Yahudilerde peygamberlik, bazı istisnaları olsa da, genellikle babadan oğula geçerek bir sülale boyunca devam etmişti. Söz konusu âyetin başında, hatm-i nübüvvet gerçeğine adeta zihnî ön bir hazırlık mahiyetinde, öncelikle Rasûl-i Ekrem'in nübüvvet görevine varis olacak bir oğlunun bulunmadığı "Hz. Muhammed (sav) sizden hiçbirinin babası değildir." ifadesiyle vurgulanmakta, böylece insanların O'ndan sonra babadan oğula intikal edecek tarzda bir peygamberlik beklentisine düşmeleri önlenmekte, ardından da "hâtemü'n-nebiyyîn" nitelemesiyle O'nun "en son peygamber" olduğu ifade edilmektedir.

    Yukarda işaret edildiği üzere bu âyet dışındaki pek çok âyetin dolaylı olarak hatm-i nübüvvete işaret ettiği ifade edilmiştir. Nitekim Nübüvvet-i Muhammediyye ile beşeriyetin din açısından tekamülün zirve noktasına ulaştığı, O'ndan sonra yeni bir peygamber beklenmeyip, sadece nur-i Muhammedi'nin takip edilmesinin gerektiği hususuna Kur'ân; "Bu gün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim." 3 âyetiyle dikkat çekmektedir.

    İslam bilginleri Kur'ân'ın ilahî koruma altında bulunduğunun bildirilmiş olmasını da 4, nübüvvetin Hz. Peygamber'le tamamlandığını gösteren bir başka ilahî ifade olarak değerlendirmektedir. Söz konusu bilginler Hz. Muhammed (sav)'in son peygamber olduğu gerçeğinin özellikle "nebi" kelimesiyle dile getirilmesi üzerinde de durmuşlardır. Konuyla ilgili âyette 5 "hâtemü'n-nebiyyîn" ifadesiyle O'ndan sonra bir başka nebinin gönderilmesinin bahis konusu olmadığı belirtildiğine göre, tabiî olarak rasûl de gönderilmeyecek demektir. Zira nübüvvet, risaleti de içine alan bir müessesedir. Bu sebeple nübüvvetin kapısının kapatılmış olması, mantıken ve tabiî olarak risaletin de sona ermiş olmasını gerektirmektedir.

    Hadislerde Hatm-i Nübüvvet

    Hatm-i nübüvvet konusu, hadis literatüründe de geniş bir şekilde yer almıştır. Hadis kaynaklarının bir kısmı Hz. Peygamber'in bu vasfıyla ilgili hadisleri "Hâtemü'n-nebiyyîn" başlığı altında toplamışlardır. Hz. Peygamber, nübüvvet zincirinin son halkası olduğu hususunu bizzat kendisi, pek çok hadisinde dile getirmiştir. Bunlar arasında, O'nun nübüvvet müessesesi içindeki mevkiini edebî bir teşbih üslubu içinde gayet veciz bir şekilde tasvir ederek kendisinden sonra başka bir peygambere ihtiyaç kalmadığını temsilî izah metoduyla açıklayan aşağıdaki hadis oldukça dikkat çekicidir: "Benimle, Benden önce gönderilen peygamberlerin durumu, yaptırdığı evi bitirdikten ve binayı donatıp tezyin ettikten sonra, evin bir köşesinde bir tuğlalık boş yer bırakan kişinin durumuna benzer. Bu bitmiş evi ziyaret edenler, binanın içini gezip dolaşırlarken gözleri bu eksik bırakılan yere iliştiği zaman : 'çok güzel olmuş amma, keşke evin şu köşesi boş bırakılmasaydı!' demekten kendilerini alamazlar. İşte ben, peygamberlik binasında tıpkı yeri boş bırakılan o köşe taşı gibiyim. Zira Ben, peygamberlerin sonuncusuyum."

    Bir kısım rivayetlerde de Rasûl-i Ekrem'in "âkıb" ve "haşir" gibi isimleri zikredilerek peygamberliğin O'nunla sona erdiği belirtilmiştir.

    Konuyla alakalı naslarda Hz. Peygamber'den sonra yeni bir peygamber gönderilmeyeceği, O'nun "peygamberlerin sonuncusu ve mührü olduğu" hususuna dikkat çekilmekle, şemail, hasais ve deâilü'n-nübüvve türünden eserlerde ise maddi anlamda bir nübüvvet mühür ve nişanının da Hz. Peygamber'in mübarek vücudunda "son peygamber olmanın bir alameti ve nişanı" kabilinden cismani olarak bulunduğuna değinilmektedir. Bu tür eserlerde benzeri işaretlerin, daha önceki peygamberlerde de bulunduğu, ancak Rasûl-i Ekrem'in peygamberlik nişan ve işaretinin diğerlerinden farklı olduğu bildirilmektedir. Bu konu özellikle hadis, siyer ve tarih kitaplarında birer müstakil alt başlık halinde incelenmiştir. Ashabın ve daha sonraki İslam bilginlerinin bu nübüvvet alameti için kullandıkları tabir hâtemü'n-nübüvve"dir. Bu Arapça ifadeyi Türkçe'de "nübüvvet mührü, peygamberlik mührü, peygamberlik nişanı, peygamberlik beni" gibi ifadelerle karşılamak mümkündür. Konuyla ilgili kaynaklarda yer alan bilgilere göre Hz. Peygamber'in sırtında, kürek kemikleri arasında, elle hissedilecek şekilde kabarık, adeta bir mühür damgasına benzeyen ve bizzat görenler tarafından gül tomurcuğu, güvercin veya keklik yumurtası, yumruk, siğil, et beni gibi çeşitli tasvir ve benzetmelerle ifade edilmeye çalışılan, bir iz bulunmaktaydı. İslami kaynaklarda söz konusu "peygamberlik nişanı"nın ne zaman oluştuğu bilinmemekle birlikte, bunun doğuştan olmadığı, Hz. Peygamber'in vefatından hemen sonra bu işaretin silinip kaybolduğu kaydedilmektedir. Öte yandan bu peygamberlik nişanı anlamındaki "hâtemü'n-nübüvve" tabiriyle, Hz. Peygamber'in bir devlet başkanı sıfatıyla genellikle diplomatik münasebetlerin icabı olarak yaptığı çeşitli yazışmalarda kullandığı yüzük biçiminde yapılmış, kendinden sonra ilk üç halifeye intikal etmiş olan mühr-i şerifleri de, muhtemelen kelime benzerliğinin doğurduğu bazı iltibaslar sebebiyle, genellikle birbirine karıştırılmıştır.

    Hatm-i Nübüvvet Meselesi Zarurat-ı Diniyyedendir

    Hatm-i nübüvvet meselesi ilk dönemlerden itibaren kelam kitaplarının nübüvvet bahislerinde ele alınmış, konuyla ilgili yukarıda nakledilen açık anlamlı naslar, Kur'ân ve sünnete bağlı bütün alimlerce dikkate alınarak, Hz. Muhammed (sav)'den sonra nübüvvet müessesinin sona erip tarihe mal olduğu, O'nun getirdiği dinin kıyamete kadar baki kalacağı vurgulanmış ve bu hususun zarurat-ı diniyye arasında yer aldığı konusunda görüş birliğine varılmıştır. İslam ulemasının bu hususta dayandıkları delilleri şöylece özetlemek mümkündür:

    • 1. Hatm-i nübüvvet konusunda manası apaçık olan ve hiçbir şekilde tevil edilme imkanı bulunmayan naslar mevcuttur. Bunların başında Hz. Peygamber'in nebîlerin sonuncusu olduğunu belirten âyet gelir.6 Dinin tamamlandığını, insanlık için din olarak sadece İslam'ın kabul edileceğini 7, İslam'dan başka din arayanların ahirette hüsrana uğrayacağını ve isteklerinin asla dikkate alınmayacağını 8, Kur'ân'ın tahrife uğramaktan korunacağını 9 ve Hz. Peygamber'in bütün âlemlere peygamber olarak gönderildiğini 10 bildiren âyetler de, bu konudaki kesin naklî delillerdendir. Hatm-i nübüvvete dair hadisler ise Hz. Peygamber'in gelişiyle nübüvvetin sona erdiğine aykırı düşen bir inancı benimsemeye imkan vermeyecek kadar açıktır. Buna göre Kur'ân'a ve sünnete iman eden herkesin Hz. Muhammed (sav)'den sonra bir peygamberin gelmeyeceğine kesinlikle inanması gerekir.
    • 2. İslam dinini Hz. Peygamber'den öğrenen ashabın nübüvvet iddiasında bulunanlarla savaşmış olması hatm-i nübüvvet konusunda realiteye dayanan tarihî bir delildir. Eğer yeni bir peygamberin zuhuru Kur'ân ve sünnete aykırı olmasaydı ashap bu iddiada bulunanlarla savaşmaz ve onları öldürmezdi. İslam alimleri ashabın bu konudaki icmaına uymuşlar ve aykırı görüş beyan edenlerin Müslüman olamayacağına hükmetmişlerdir.
    • 3. Nasların ve icmaın yanı sıra aklen de Hz. Muhammed (sav)'den sonra yeni bir peygamberin gelmesine lüzum kalmadığını kabul etmek gerekir. Zira Allah'ın insanlara peygamber göndermesi onlara kendi varlığını ve birliğini tanıtma, buyruklarını iletme, dinî ve dünyevi konularda ihtiyaç duyacakları bilgileri anlatma, kendilerine dünya ve ahirette mutlu olmalarını sağlayacak doğru yolu gösterme amacına yöneliktir. Bütün bunlar ise, en kamil manada Hz. Peygamber'in getirdiği vahiylerde mevcuttur. Ergenlik çağına giren insanların duyularını ve vahyin aydınlattığı akıl yürütme güçlerini kullanmak suretiyle ihtiyaç duydukları bilgileri üretmeleri, duyuların ve aklın erişemediği konularda ise sadece vahye dayanarak gerçeklere ulaşmaları mümkündür. Ayrıca Hz. Muhammed (sav)'in nübüvveti evrensel olup getirdiği vahiy de asla tahrife uğramamış, dolayısıyla yeni bir peygambere ihtiyaç kalmamıştır. Ancak nübüvvetin Hz. Peygamber'le sona ermiş olduğu gerçeği, kıyamete kadar bütün Müslümanlara ciddi tebliğ ve temsil sorumlulukları yüklemektedir.
    • 4. Hz. Muhammed (sav)'in vefatından zamanımıza kadar hiçbir peygamberin zuhur etmemesi de hatm-i nübüvveti doğrulayıcı sosyolojik delillerden biridir. Zaman zaman peygamberlik iddiasında bulunanların ortaya çıkması, bu gerçeği değiştirmez. Zira gerek İslam dünyasında gerekse gayr-i müslimler arasında peygamberlik iddia edenlerin hiçbiri iddialarını kanıtlayamamış ve bunlar ciddiye alınmamıştır. Nitekim tarih boyunca bu gibiler sadece birer yalancı ve maceracı olarak değerlendirilmiş ve sahte peygamber diye nitelendirilmişlerdir.

    Buna göre Hz. Muhammed (sav)'in gelişiyle nübüvvetin sona erdiğine inanmamak veya bu konuda şüphe içinde bulunmak dinden çıkmayı gerektirir.

    Hz. Peygamber'in Dilinden Dua Örnekleri

    1. "Dua ibadetin tâ kendisidir." (Ebû Davud)

    2. "Allah'ım, Senden hidayet ve doğruluk isterim." (Müslim) Hz. Peygamber'in Dilinden Dua Örnekleri

    3. "Allah'ım, Senden hidayet, takva, iffet ve zenginlik isterim." (Müslim)

    4. "Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım, kalplerimizi taatine çevir." (Müslim)

    5. "Allah'ım, bana doğruyu ilham et ve beni nefsimin şerrinden koru." (Tirmizî)

    6. "Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım, kalbimi dininin üzerinde sabit kıl." (Tirmizî)

    7. "Allah'ım! Senden yararlı bilgi, hoş rızık, kabul edilmiş amel isterim." (İbn Mace)

    8. "Allah'ım, beni bağışla, bana merhamet et, bana afiyet ver ve bana rızk ver." (Müslim)

    9. "Allah'ım, günahlarımı bağışla, bana merhamet et, hidayet et, bana afiyet ver, rızk ver." (Müslim)

    10. "Allah'ım, yaptığım şeylerin şerrinden ve yapmadığım şeylerin şerrinden Sana sığınırım." (Müslim)

    11. "Zorlu beladan, bedbahtlıktan, kötü kaderden ve düşmanların şamatasından Allah'a sığınırım." (Buharî-Müslim)

    12. "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru." (Buharî-Müslim)

    13. "Allah'ım, cehennem fitnesinden ve cehennem azabından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden Sana sığınırım." (Ebû Davud)

    14. "Allah'ım, açlıktan Sana sığınırım; o, ne kötü bir arkadaştır. Hainlikten Sana sığınırım; o, ne kötü bir sırdaştır." (Ebû Davud)

    15. "Allah'ım, nimetinin elden çıkmasından, afiyetinin ters dönmesinden, ansızın azabına uğramaktan ve her türlü gazabından Sana sığınırım." (Müslim)

    16. "Allah'ım kalbimi aydınlık kıl, lisanımı, kulağımı, gözümü, ardımı, önümü, üstümü, altımı aydınlık eyle. Allah'ım, nurumu büyüt." (Buharî-Müslim)

    17. "Ey Hay ve Kayyum olan! Sadece Senden yardım isterim; Hayatımı düzelt, gözümü açıp kapayıncaya kadar bile beni nefsimle baş başa bırakma." (Hakim)

    18. "Allah'ım, Senden sevgini, Seni sevenlerin sevgisini ve beni Senin sevgine ulaştıracak ameli isterim. Allah'ım, Senin sevgini bana nefsimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle." (Tirmizî)

    19. "Allah'ım, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan ve cimrilikten Sana sığınırım. Kabir azabından Sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırım." (Müslim)

    20. "Allah'ım; bütün hamdler Sanadır. Sen beni onunla giydirdin. O, elbisenin hayrını ve onun için yapılanın hayrını Senden isterim. Onun ve onun için yapılanın şerrinden Sana sığınırım." (Tirmizî)

    21. "Allah'ım, Senden rahmetini icap ettiren şeyleri, mağfiretini gerektiren şeyleri, bütün günahlardan esen kalmayı, bütün iyilikleri ganimet olarak kazanmayı, cennete nail olmayı ve cehennemden kurtulmayı isterim." (Müslim)

    22. "Allah'ım, işimi koruyan dinimi ıslah et, geçimimi sağlayan dünyamı ıslah et, dönüp varacağım yer olan ahiretimi ıslah et. Hayatı her hayrı artırmama vesile eyle, ölümü bütün kötülüklerden kurtulmama çare eyle." (Müslim)

    23. "Allah'ın adıyla, Allah'a tevekkül ediyorum. Allah'ım! sapıtmak ve saptırılmaktan, alçalmak ve alçaltılmaktan, zulmetmek ve zulmedilmekten, bilgisizlikten ve bilgisiz bırakılmaktan Sana sığınırım." (Tirmizî)

    24. "Bütün hamdler O Allah'a ki O, bana yeter, bana acır; yine bütün övgüler O'na ki, O, beni doyurur ve suvarır. Bana ihsanda bulunup, beni -insanların- en faziletli(si) kılan Allah'a hamd olsun. Senden beni ateşten korumanı diliyorum." (Ebû Davud)

    25. "Allah'ım, Sana teslim oldum, Sana iman ettim, Sana tevekkül ettim, Sana döndüm, Senin için dava ettim ve Sana başvurdum. Önceden yaptıklarımı ve sonraya bıraktıklarımı, açık yaptıklarımı ve gizli yaptıklarımı bağışla. İleriye götüren ve geriye bırakan Sensin. Senden başka İlah yoktur." (Buharî-Müslim)

    26. "Allah'ım, acizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlıktan ve kabir azabından Sana sığınırım. Allah'ım, nefsime takvasını ver ve onu temizle. Onu en iyi temizleyecek olan Sensin. Onun sahibi ve mevlâsı Sensin. Allah'ım, faydasız ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayan duadan Sana sığınırım." (Müslim)

    27. "Allah'ım! dünyada ve ahirette Senden esenlik isterim; Allah'ım, dinim, dünyam, ailem ve malım konusunda Senden af ve esenlik isterim. Allah'ım, ayıplarımı ört. Korkularımdan beni emin eyle. Önümde, ardımda, sağımda, solumda, üstümde olanlardan beni koru. Altımdakilerden de Senin azametine sığınırım." (Ebû Davud)

    28. "Allah'ım, hatamı ve cahilliğimi, işimde aşırılığımı ve benden iyi bildiğin şeylerimi bağışla. Allah'ım, ciddimi ve şakamı bağışla, hataen ve kasten yaptıklarımı bağışla. Bütün bunlar bende vardır. Allah'ım, yapıp ileriye gönderdiğim ve yapmayıp geriye bıraktığım; açıkladığım ve gizlediğim şeylerimi ve benden daha iyi bildiğin şeylerimi bağışla. İleriye süren ve geriye bırakan Sensin. Sen her şeye kadirsin." (Buharî-Müslim)

    29. "Allah'ım, Sen benim Rabbimsin, Senden başka ilah yoktur. Beni Sen yarattın, Ben, Senin kulunum, gücüm yettiğince Senin ahdin ve vaadin üzereyim; işlediklerimin şerrinden Sana sığınır, üzerimdeki nimetlerini Sana ikram eder, günahımı da itiraf ederim, bundan ötürü beni mağfiret eyle. Senden gayrı kimsecikler günahları bağışlayamaz." (Buharî)

    30. "Allah'ım, bütün hamdler Sanadır. Sen, yerin, göğün ve onlarda olanların nurusun. Hamd yine Sanadır. Çünkü Sen yerin göğün ve bunlarda olanın yegane idare edenisin. Ve gene bütün övgüler Sana aittir. Ki Sen, Hak'sın, va'din, sözün, Seninle karşılaşmak, cennet ve cehennem, peygamberlerin, Muhammed (sav)'in kıyamet saati, bütün bunlar haktır. Allah'ım, Sana teslim oldum, Sana inandım, Sana tevekkül ettim, Sana yöneldim, tevbe ettim, senin uğruna mücadele ettim, seni hakem edindim. Gelmiş gelecek, gizli ve açık bütün günahlarımı bağışla. Sen, benim ilahımsın. Senden başka ilah yoktur. Şanı yüce olan Allah'ın güç ve kuvvetinin dışında güç ve kuvvet yoktur." (Buharî-Müslim)

    31. "Gökleri ve yeri yaratan, görünen ve görünmeyeni bilen, her şeyin Rabbi, meliki ve sahibi olan Allah'ım! Senden başka ilah olmadığına şahidim. Nefsimin kötülüğünden, şeytan ve ortaklarının şerrinden Sana sığınırım. Nefsime bir kötülüğün gelmesinden veya Müslümanlara karşı bir suç işlemeye onu itmesinden gene Allah'a sığınırım." (Tirmizî)

    Hz. Peygamber'in Kulluğu

    İhsan Ali Karamanlı

    Hz. Peygamber, ibadetlerini mükemmel bir şekilde yerine getirmiş ve inananlara göstermiştir. Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Peygamber'in kulluğu ve ibadetlerine bakıldığında ana hatlarıyla şu hususlar görülebilir:



    1. Hz. Peygamber'in ibadetleri hakkında Kur'ân-ı Kerim'in üzerinde durduğu en önemli özellik O'nun ihlasla ibadet etmesidir:
      "De ki: din ve ibadetimi yalnızca Allah'a has kılarak, ihlasla-gönülden O'na kulluk etmem emredildi." 1 ''Hayır, Sen yalnız Allah'a kulluk et ve O'na şükredenlerden ol." 2 âyetlerinde üzerinde durulan kulluktaki ihlas, kalbin her türlü şirk ve riyadan arındırılması, gönlün Allah'ın dışındaki bütün her şeyden temizlenerek O'na ibadet edilmesidir.
      Allah'ın bir olması ve dinin sadece O'na has kılınarak ihlasla ibadet edilmesi sadece dille söylenen bir söz değildir. İnsanın kalbinde tasavvur ve inanç olarak başlayıp, hem fert hem de toplum hayatını içine alan mükemmel bir hayat tarzıdır.
    2. Hz. Peygamber'in ibadetlerinde hiç kesilmeyen bir istikrar ve devam söz konusudur:
      "Sana yakîn (kesin bilgi veya ölüm) gelinceye kadar Rabbine kullukta bulun." 3 âyetinde yakın ifadesi ölüm vakti şeklinde tefsir edilir. Kulluk, insanın bütün ömrü boyunca devam eden, gelişen ve muvaffakiyetle bitirilmesi gereken hayati derecede önemli bir sorumluluktur. "İbadetlerin Allah'a en sevimli ve güzel geleni az da olsa devamlı olanıdır." 4 hadisi ibadetlerde esas noktanın devamlılık ve istikrar olduğunu ifade eder.
    3. Hz. Peygamber kulluğunu en yüksek seviyede ifa edebilme gayreti içindeydi:
      Vefatına yaklaştığı anda bile namazı düşünmesi ve namaza gelmesi onun kulluğunu mükemmel bir şekilde yapmadaki titizliğini ve gayretini, namaz ve cemaatle ne derece bütünleşmiş olduğunu gösterir.5
    4. Hadiselerin büyüklüğü ve korkutuculuğu; inkar edenlerin verdikleri veya verebilecekleri eziyet ve sıkıntılara karşı dayanak noktası olarak ibadet etmesi emredilmiştir:
      "Rabb'inin hükmüne (gönül hoşluğuyla) sabret, onlardan hiçbir günahkâr veya inkarcıya sakın itaat etme! Sabah ve akşam Rabbinin ismini zikreyle, gecenin bir kısmına O'na secde eyle, gecenin uzun bir kısmında da O'nu tesbih eyle." 6
      Bu âyetlerde Allah Teâlâ, inkarcıların verdikleri eziyetlere dayanmasını ve asla onlara boyun eğmemesini emretmesinin hemen ardından, ona sabah ve akşam Rabbine ibadet etmesini emretmiş, onların verecekleri eziyetlere dayanmanın ancak ibadetlerle mümkün olacağına işaret buyurmuştur.
    5. Hz. Peygamber ibadetlerin cemaat halinde yapılmasına büyük önem vermiştir:
      Kur'ân-ı Kerim'de ibadetlerin emredildiği âyetlerde onların cemaat halinde ifa edilmesi gerektiği üzerinde durulur: "Secde edenlerden ol." 7, "Rükû edenlerle beraber rükû ediniz." 8 âyetlerinde secde ve rükün, topluluk halinde yapılması emredilmektedir.
      Namazların cemaatle kılınması insana çok büyük şeyler kazandırır. Bir hadiste Efendimiz, "Yatsı namazını cemaatle kılan, gecenin yarısını ibadetle geçirmiş gibidir; sabah namazını cemaatle kılan ise gecenin tamamını ibadetle geçirmiş gibi olur."9 buyurur.
    6. Beş vakit namaz ve teheccüd namazları O'nun kulluğunda çok önemli bir yer işgal etmiştir:
      Namaz fiillerinde, Allah Rasûlü'nün, örnek alınması farzdır, şöyle ki: Kur'ân-ı Kerim'de namaz kılmak emredilir, fakat onun nasıl mükemmel bir şekilde ikame edileceği, rekat sayıları, içlerinde okunan dualar, namazın vakitleri gibi ayrıntılar yalnızca Peygamberimiz'in büyük bir sahabe ve tabiûn topluluğu tarafından (yani tevatüren) nakledilen fiilleri ve sözleriyle öğrenilmiştir. Hz. Peygamber de "Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de o şekilde kılınız." buyurmuştur. İşte bu noktada Hz. Peygamber'in örnek alınması bütün Müslümanlar için kesin bir farzı ifade etmektedir.
    7. Hz. Peygamber farzların yanında nafile ibadetlere de çok önem vermiştir:
      Peygamberimiz'in ibadet hayatında en önemli örnek özelliklerinden birisi de farzları yerine getirmenin yanında farz olmayan 'nafile' ibadetlere de çok önem vermesidir.
      Mesela beş vakit farz namazın yanında sabah ile öğle arasında duhâ namazı; akşam ile yatsı namazı arasında evvâbîn namazı; yatsı ile sabah arasında kılınan teheccüd namazı kılıyordu. Ramazan orucunun yanında pazartesi ve perşembe oruçları gibi ibadetleri eda ediyordu.

    Hz. Peygamber'in Güvenilirliği

    Prof. Dr. M. Ali Kapar

    Güven, birine veya bir şeye bel bağlama, kişinin kendisine duyduğu itimat, cesaret, yüreklilik, yiğitlik ve emniyet anlamına gelir. Güven vermek, güven duygusu uyandırmak, itimat telkin etmektir. Güven ve güvenirlilik kapsamında Hz. Peygamber'in hayatını incelediğimizde; risaletiyle birlikte başlayan toplum liderliği vefatına kadar devam etmiştir. O, risalet öncesi hayatında ve peygamber olarak gönderildikten sonra da içinde bulunduğu toplumda güvenilen bir insan olarak yaşamış ve bundan dolayı da kendisine Muhammed el-Emin denilmiştir. el-Emin, inanılan, güvenilen ve mutemet kişi anlamına gelmektedir. Gerçekten Hz. Peygamber söz ve davranışlarıyla risalet öncesi ve sonrası hayatında farklı bir hayat tarzı takip etmemiş hele hele risalet öncesi hayatındaki söz ve davranışları, risaletiyle birlikte getirdiği prensiplerle asla tezat teşkil etmemiştir.


    Hz. Peygamber'in doğumuyla birlikte başlayan aile içindeki huzur, sütannesinin yanında aile bireyleriyle ve bilhassa süt kardeşleri arasında sıcak ve samimi bir arkadaşlığa, muhabbet ve güvene dönüşmüştür. Hz. Muhammed (sav), Benu Sa'd yurduna taşradan getirilen bir çocuk olarak ailede problem oluşturmamış aksine ailenin Hz. Muhammed (sav)'e, davranışları ve arkadaşları arasında ortaya çıkan belirgin özellikleri sebebiyle daha fazla hassasiyet göstermesine sebep olmuştur. Hatta ailenin Hz. Muhammed (sav)'e duyduğu sevgi ve muhabbet; belli bir zaman sonra annesine teslim edilmesi gereken çocuğun, bir müddet daha sütannesinin yanında kalmasını sağlamıştır.


    Çocukluk döneminde annesinin yanında bulunduğu yıllarda ve O'nun vefatıyla birlikte dedesinin himayesinde geçirdiği günlerde Hz. Muhammed (sav)'e karşı ihtimam gösterilmiş ve O'nun davranışları da çevresindekilere güven telkin etmiştir. Nitekim dedesinin yanında bulunduğu yıllarda Abdülmuttalib Kâbe'nin gölgesine serilen serginin üzerine çıkarak otururdu. Hz. Muhammed de dedesinin oturduğu sergiye çıkar ve dedesinin yanına oturmak isterdi. Amcaları çocuğu buradan uzaklaştırmak istedikleri zaman dedesi müdahale ederek; "Oğlumu bırakın, O'nun ileride şanı yüce olacaktır." diyerek O'nun değerini ve O'na olan güvenini ifade ederdi.


    Hz. Peygamber çocukluk yıllarında amcasının kısıtlı olan gelirine destek olmak için Mekkelilerin koyunlarını belli bir ücret karşılığında gütmüştür. O'nun, amcasına yük olmamak için yaptığı bu davranışı, yani çobanlık yaparak para kazanması hem toplumun hem de ailenin güvenini kazanmasına sebep olmuştur. Yine toplumdaki gelişmelerden uzak kalmayan Hz. Peygamber, yaşının verdiği sorumluluk ile toplumdaki zulüm ve haksızlığı engellemek için Mekke'de toplanan Hılfu'l-Fudul'a katılmış ve toplumdaki huzur ve güven ortamının sağlanmasına katkıda bulunmuştur.


    Hz. Muhammed gençlik yıllarını da toplumun güvenine layık olarak geçirmiş ve O'nun, bu dönemde meydana gelen bir takım olumsuz olayların içinde yer almayışı toplumun O'na olan güvenini daha da artırmıştır. Nitekim bunun sonucu, Muhammed el-Emin olarak tanınan genç Muhammed, 25 yaşlarında iken bu sıfatı ile de Hz. Hatice'nin güvenini kazanmış ve onun kervanını Şam'a götürmüştür. Yanında Hatice'nin kölesi Meysere'nin de bulunduğu Muhammed (sav)'in bu ticari faaliyetindeki dürüstlüğü, Hz. Hatice'nin O'na evlilik teklifine sebep olmuştur.


    Hz. Peygamber 35 yaşına geldiğinde yağan yağmurlardan dolayı tahrip olan Kâbe'nin tamirinde Haceru'l-Esved'in yerine konulmasında yaptığı hakemlik görevi ile Kureyş toplumunu büyük bir kavgadan ve tehlikeden kurtarmış ve Hz. Peygamber'in hakemliği bütün Kureyş'i sevindirmiştir.1 Rasûlullah'ın hakemliğine Kureyş'in rıza göstermesi ve sevinmesi O'na olan güvenlerinin sonucudur.


    İşte Rasûlullah'ın cahiliye toplumundaki üstün ahlakı, doğruluğu, dürüstlüğü ve güvenilirliği, O'nun Muhammed el-Emin olarak anılmasına sebep olmuştur. Rasûlullah'ın bu güvenli hayatı, Hira'da kendisine Alak sûresinin ilk âyetlerinin bildirilmesiyle yeni bir döneme girmiştir. O'nun risaletle görevlendirilmesi, Cenâb-ı Hak nezdindeki itibarını ve insanlar arasındaki güvenilirliğini açıkça ortaya koymaktadır. Şüphesiz Hz. Peygamber'in risalet hayatındaki başarısında, O'nun güvenilir olmasının payı büyüktür. Nitekim vahyin ilk yıllarında, aldığı görevin şoku içinde olan Rasûlullah'a eşinin söylediği şu sözler bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır; "Sen, yakınlarına yardım eder, aileni korur, hayatını şerefinle kazanır, başkalarına doğru yolu gösterir, yetimleri korur, sözün doğrusunu söyler, emanete riayet edersin..." Mekkeliler, kimseye teslim edemedikleri değerli eşyalarını O'na teslim etmişlerdir.2


    Hz. Peygamber risalet öncesi dönemde putlardan nefret etmiş, putlar adına düzenlenen bayramlara kendiliğinden iştirak etmemiş ve onlar adına kurban kesmemiş, putlar üzerine yemin etmemiş ve Kâbe'yi çıplak tavaf etmeyerek daha sonra peygamberliği döneminde getirdiği prensiplere aykırı davranışlarda bulunmamıştır. Bundan dolayıdır ki, Rasûlullah, peygamberliği döneminde geçmişiyle tenkid edilmemiştir. Nitekim, Kur'ân-ı Kerim'de bu konu şöyle dile getirilir: "Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde durmuştum. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?"3


    Hz. Peygamber aleni davetin ilk günlerinde; "Ey Muhammed! Artık sana buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme!"4 âyetinin inzal buyrulmasından sonra kavmini Safa tepesinde toplayıp; "Size şu dağın ardından bir takım süvarilerin gelmekte olduğunu haber versem beni tasdik eder misiniz?" deyince onlar; "Biz Senin yalan söylediğini hiç bilmiyoruz." diyerek Rasûlullah'ı tasdik etmek üzere iken basit hesaplar peşinde koşan bazı insanların tutumları, aleni davetin ilk günlerde arzu edilen hedefe ulaşmasına engel olmuştur. Bilhassa dikkat edilmesi gereken bir başka konu, güvenilirliği ile toplumun gönlüne taht kuran Hz. Muhammed (sav)'in davetini engellemek için toplumun ileri gelenleri ellerinden geleni yapmaktan geri durmamışlar ve hatta kendisinde bulunması mümkün olmayan sıfatları bile O'na isnat etmekten çekinmemişlerdir. Ancak O'nun geçmişini çok iyi bilenler O'nun dürüstlüğünü itiraf etmekten kendilerini alamamışlardır. Nitekim Nadr b. el-Haris; "Muhammed aramızda kendisinden memnun olduğumuz, doğru sözlü, emanete riayet eden birisi iken, bize peygamberliğini bildirince O'na sihirbaz dediniz. Hayır! Vallahi O, sihirbaz değildir..."5 diyerek Allah Rasûlü'nün güvenli bir kişi olduğunu ifade etmiştir. Yine Hz. Peygamber'in azılı düşmanlarından olan Utbe b. Rabia bile Rasûlullah'ın davasının basit bir dava olmadığını ve amacının ise dünyalık olmadığını dile getirmiştir.


    Mekke Müşriklerinin, Rasûlullah'ın İslam daveti karşısında O'nu davasından vazgeçirmek için mal, mülk, makam ve mevki gibi dünyalık teklif etmeleri ve Rasûlullah'ın her defasında bu teklifleri reddetmesi, O'nun bu dünya nimetlerine meyletmemesi, Rasûlullah'ın hem davasının büyüklüğünü ortaya koymuş, hem de çevresindekilere güven telkin etmiştir. Yine Hz. Peygamber'in aleni davet sonrasında Müşriklerin eza ve cefası karşısında Habeşistan'a giden Müslümanları geri getirmek için Mekkelilerin gönderdikleri elçilerin Habeşistan Necaşisi ile görüşmeleri esnasında oraya çağrılan Müslümanların temsilcisi olan Cafer b. Ebî Talib'in; " Ey Melik! Biz putlara tapan, ölü eti yiyen, her türlü kötülüğü yapan, akraba ile ilişkiyi kesen, komşuları gözetmeyen, zayıfları güçlüler tarafından ezilen bir topluluk idik. Allah, içimizden ailesini, doğruluğunu ve güvenilirliğini bildiğimiz birini bize elçi olarak gönderdi..." demesi Rasûlullah'ın kendi toplumu içindeki konumunu ortaya koymaktadır. Nitekim, Habeşistan Necaşisi de bu savunma neticesinde Müslümanları Müşriklere teslim etmemiştir.


    Evs ve Hazreç iki kardeş kabile olmalarına rağmen barış adına ortaya atacakları teklif bile itimatsızlığa sebep olurken, Mekke'den gelen bir liderin etrafında toplanmaları O'na olan güvenlerinden dolayıdır. Rasûlullah, iki kardeş kabile arasındaki husumet ve güvensizliği ortadan kaldırdığı gibi muahat ile Müslümanlar, Medine sözleşmesi ile de burada yaşayan gerek Müslümanlar gerekse Yahudiler arasında birlik ve beraberliği sağlamaya çalışmıştır,


    Hz. Peygamber her zaman; "Eğer (düşmanlar) barışa meylederlerse Sen de ona yanaş ve Allah'a güvenip dayan."6 âyetine uygun hareket etmiş, Medine'ye geldiği günden beri gerek Medine içinde ve gerekse Medine dışında sulh yollarını deneyerek antlaşmalar yapmıştır. Rasûlullah'ın bu barış girişimleri çerçevesinde Medine'deki Yahudiler ve Medine dışındaki komşuları Benu Damre, Müdlic, Gıfar ve Cüheyne oğullarıyla yaptığı antlaşmalar, karşılıklı güven duygusunun gelişmesini ve komşuluk ilişkilerinin devamını sağlamıştır. Hatta tarafların birbirlerine duydukları bu güven duygusu ticari faaliyetlerinin de hız kazanmasına sebep olmuştur.


    Hz. Peygamber'in hicretin 6. yılında Mekke Müşrikleriyle yaptığı Hudeybiye Musalahasında dikte edilen ve görünüşte Müslümanların aleyhine gibi görünen maddeler, sulh adına imza altına alınmıştır. Ebû Cendel'in Hudeybiye'ye, Ebû Basir'in de Medine'ye gelerek yaptıkları iltica taleplerinin kabul edilmemesi, Rasûlullah'ın antlaşmalara sadakatini ortaya koymaktadır. Ancak bütün bunlara rağmen Mekke Müşrikleri antlaşmaya ihanet etmişler, 10 yıl süreyle yapılan Hudeybiye Musalahası, 2 yıl sonra bozulmuştur. Hz. Peygamber, antlaşma gereği Müslüman olan Mekkelileri Medine'ye kabul etmezken, Mekke Müşriklerinin antlaşmaya sadakat göstermeyip Müslümanların müttefiki olan Huzaa kabilesine saldırmaları, tarafların barış anlayışını ortaya koymaktadır.


    Hudeybiye Musalahasının sağladığı güven ortamı sonucu, davet mektubu gönderilen kabilelerin Medine'ye gelen temsilcileriyle Rasûlullah'ın konuşmaları o kadar samimi ve cana yakın oluyordu ki, çoğu kez diplomatik görüşmelerde akla gelen aşırı resmiyet ve donukluk, Hz. Peygamber'in söz ve davranışlarında eriyip gidiyordu. Elçilerin ve heyetlerin, görüşmelerde Rasûlullah'a duydukları güven sonucu, onlar Medine'de günlerce kalabilmişler ve istedikleri zaman kabilelerine dönmüşlerdir.


    Savaşlar esnasında sahabe, birkaç misli orduyla karşılaşmakta hiçbir tereddüt göstermemiş, en tehlikeli durumlarda bile Rasûlullah'ın yanından hiç ayrılmamıştır. Bütün bunlar ashabın O'na olan güveninin sonucudur. Rasûlullah komutanlarını uğurlarken; Allah'tan korkmalarını, savaş esnasında katliam, tecavüz, ihanet ve intikamdan uzak durmalarını, harp yapmaktan aciz vs. uzak olanlara karşı harp yapmamalarını, müjdeleyici ve kolaylaştırıcı olmalarını tavsiye etmiş. Özellikle kadınların, çocukların, ihtiyarların, sakatların, hasta olanların evlerine kapanıp silaha sarılmayanların emniyette olduklarını ifade etmiştir. Rasûlullah'ın tertiplediği gazve ve seriyyeler genellikle davetin önündeki engelleri kaldırmak, devlete yönelik tehlikelere engel olmak ve toplumdaki huzur ve güven ortamını temin etmek için yapılmıştır.


    Rasûlullah döneminde, harp sonunda alınan esirler bile güven içinde olmuşlardır. Nitekim O'nun talimatıyla esirlere iyi muamele edilmiş, yedirilmiş, içirilmiş, giydirilmiş ve her türlü ihtiyaçları giderilmiştir.7 Hatta Rasûlullah, harp anında ve harp sonunda eman isteyenlere eman vererek herkesin güven içinde olabileceğini göstermiştir. Nitekim Mekke Fethi günü öldürülmesini istediği kimselere istisnaları olmakla birlikte eman vererek onların hayatlarını bağışlamıştır.


    Ayrıca Rasûlullah aile hayatı içerisinde yiyecek, içecek, giyim ve kuşamda temizliği ve mütevaziliği elden bırakmamış ve hayatında asla lükse yer vermemiştir. Bilhassa toplumda ihtiyaç sahiplerinin ön planda tutulmasını isteyerek; "Benim Uhud dağı kadar altınım olsa, borcumun dışında bir gece yanımda bulunmasını ve ondan bir dinar kalmasını istemem." buyurmuştur. Rasûlullah'ın bu tutum ve davranışları, ashabı tarafından o derece örnek alınmıştır ki, bunun sonucu olarak Medine, dünya ve ahiret saadetini isteyenler için örnek bir şehir olmuştur.

    Gönülden Dile Muhabbeti Terennüm: Esma vü Evsafü'n-Nebî

    Prof. Dr. İbrahim Hatipoğlu

    Image



    Yüce Rabbimiz Halik-i Zülcelâl Hazretleri kainatı hiç yokken var edendir, onu donatan, ardından da en mükemmel varlığı; insanı yaratandır. Kendisine kulluk etmek üzere yarattığı insana merhametinin bir neticesi ve nişanesi olarak kitaplar ve peygamberler gönderen, bunlara uyma derecesine göre de kullarına karşılığını verendir.


    Kutlu Elçilerin Sonuncusu ve İnsanlığın Efendisi Hatemü'r-Rusul Efendimiz son din İslam'ın vahyediliş sürecinden bu yana geçmiş ve gelecek bütün insanlığın kurtarıcısı, uyarıcısı ve müjdecisidir. Bu sebeple O'nun ümmeti olma şerefi sadece ümmet-i icabeti olan biz müminlere değil tüm insanlığa aittir. O'nu kınayanlar ve O'nun saçtığı nurlu yolun aydınlığına henüz kavuşamamış kimseler de O'nun ümmeti; ümmet-i davetidirler.


    O'nun ümmeti olma şuuruna eren başka âlemlere ait varlıkların, dünyadaki diğer canlıların, bitkilerin ve cansız varlıkların bulunduğuna dair rivayetler, temel kaynaklarımızda bolca yer almakta ve bize sıkça karşılaştığımız mucizevi türden olaylar ve sahneler sunmaktadır. Bu tür sahneler O'na ümmet olma vasfının sadece müminler ya da insanlıkla sınırlı kalmayıp çok daha geniş bir alanı içerdiğini gösterir. İrfani gelenekte sıkça zikredilen ve Hadis-i Kudsî şeklinde dile getirilen "Sen olmasaydın Ey Habibim, felekleri yaratmazdım" şeklinde vecizeleştirilen ifade bu manaya delalet etmektedir. Bu sebeple bütün kainat Kainatın Efendisine meftun olsa yeğdir.


    Şanı Yüce olan Allah Azze ve Alâ'nın âlemlere rahmetinin tecellisi sonucu yaratılan Seyyidü'l-küll Efendimiz'in mevcudiyeti biz müminler için ise ayrı bir sevinç ve mutluluk vesilesidir. Dolayısıyla, müminin inancının ayrılmaz parçası Yüce Kitabımız Kur'ân-ı Kerim ve O'nun canlı örneği olan Nebiyyi Mefahirimiz (sav) Efendimiz'in yaratılışı ve örnekliğinin farkında oluşumuz bizim için varlık-yokluk meselesidir. Risaletpenâh Efendimiz'in Müslümanlığımız açısından varoluşsal bir değer taşıması da bu sebepledir. Bu açıdan bakılınca; ‘Allah Teâlâ, nasıl ki bizim fiziki varlığımızı topraktan yaratmışsa, manevi varlığımızı inşa etmekte de Hace-i Âlem (sav) Efendimiz Hazretleri'nin rehberlik ve önderliğini vesile kılmıştır' demek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla Mefhar-i Mevcudat Aleyhi Efdalü't-Tahiyyat Efendimiz bizim manevi varlığımızın mimarı olması yönüyle ‘varlık' sebebimiz ve aynı zamanda varlığın hakikatinin bilgisinin temellük etmemizin de vesilesidir.


    Nitekim Sevgili Peygamberimiz (as)'ın izini takip edip, asarıyla teberrük eden seçkin sahabeler topluluğu O'na bu gözle bakmışlardır. Kendisine anne-babalarını feda etme ifadeleriyle hitap eden, kendi canlarından çok O'nu seven, asarı ile teberrük için abdest suyunun bir damlasını bile yere düşürmeyen, mübarek saç ve sakal-ı şeriflerini daha yere düşmeden alıp, ömür boyu sarığının kıvrımından ayırmayan, onların vefatından sonra da kefenine konulmasını vasiyet eden Kutlu Elçi'nin fedakar dostları, seçkin sahabeler topluluğu söz konusu davranışları Basirü'l-Vücûd Efendimiz Hazretleri'nin kendilerinin varlık sebebi olduğunun bilinciyle gerçekleştirmişlerdir.


    Milyonlarca salat ve milyonlarca selam'a layık Efendimiz'den geriye kalan kutsal emanetlerin aynı saygı ve hürmetle yüzyıllar boyu korunup en değerli mukaddes emanetler olmak üzere, en kıymetli mücevherlerle bezenmiş muhafazalıklarda korunması Can-ı Canan Efendimiz'e olan özlemin bitmeyen ifadesidir.


    Seçkin İslam alimlerinin ruha can veren âyet-i kerimeler kadar, temsil etmek suretiyle onlara can veren kutlu örnekliği de ehemmiyet verdiklerini görmek, Sahabe-i Kiram (ra) Hazeratının ardından gelen nesillerin de bu hassasiyeti taşıdıklarını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla onların, İnsanlığın Gözünün Nuru Gönlünün Süruru Efendimiz'in sözleri kadar, O'nun davranışlarını ve yaşayış biçimini de öğrenip içselleştirdiklerini ve aynı örnekliği sürdürerek davranışın da devamlılığını sağladığını, O'nun sorumluluğunu tebliğ, temsil ve teşkil ettiklerini müşahede etmek tabii bir gelişmedir.


    Bu sebeple, Gönüller Sultanı Efendimiz (sav)'in görevi sadece vahyi tebliğle sınırlı bir peygamberlik değildir. O'na On Sekiz Bin Âlemin Efendisi vasfını kazandıran yönü, rahmet olarak gönderildiği âlemler için taşıdığı varoluşsal değeridir. Kainatın Rabbi Allah Teâlâ'nın, müminlere hitaben; ‘O'nun yanında yüksek sesle konuşmayın, O'na başka insanlara hitap ettiğiniz gibi hitap etmeyin.' buyurması, Şari-i Ekrem ve Nebiyyi Muhterem Efendimiz Hazretleri'nin huzurunda ve gıyabında kendilerinin nasıl bir adab ve erkana riayetle anılması gerektiğini ortaya koymaktadır.


    Klasik Türk-İslam edebiyatında Esma-i Nebî diye bir edebî türün ortaya çıkması, hadis rivayetinde Efendimiz'in adının geçtiği her yerde dua cümlelerinin mutlaka söylenip yazılmasının bir zorunluluk kabul edilmesi, İslami ilimlerin her birinin kendi geçmişini O'na dayandırması Hayrü'l-Beşer Efendimiz'in şanını tebcil için geliştirilmiş nezih bakış ve usullerdir. Nur-i Dide-i Âlem Efendimiz Hazretlerini ifade etmek üzere Yüce Kitabımız Kur'ân-ı Kerim'de ve Hayrü'l-Verâ Aleyhi't-Tahâyâ Efendimiz'in hidayet kaynağı ifadelerinde O'na ait yüzlerce kutlu vasıftan söz edilmektedir.


    Nübüvvet nuruyla aydınlanmış kutlu örnekliğin gölgesinde hayat bulup serinleyen ilk nesillerin zihninde sağlıklı bir Peygamber tasavvurunun oluşturulması için daha ziyade Nübüvvetin Parlayan Güneşi Efendimiz'in zahiri evsafına vurgu yapılmıştır. İnsanlığı Cehenneme Sürüklenmekten Koruyan, İnsanların En Güzeli, İnsanların En Kahramanı, Livâü'l-Hamd'in Taşıyıcısı, Ümmetin En Hayırlısı, Âlemlere Rahmet, İnsanlığın Efendisi, Havz-ı Kevser Sahibi, Makam-ı Mahmud'un Sahibi, Tövbe ve Rahmet Peygamberi ... gibi yüzlerce güzel isim ve nitelemeler hep Mefhar-i Mevcudat Efendimiz'i insanlığa anlatan eşsiz sıfatlardır.


    İnsanlığın Göz Bebeği Güzide-i Gül Efendimiz gönül zenginliğinin doruklara ulaştığı Osmanlı düşüncesinde bir başka güzellik ve muhabbetle anılır olmuştur. Vasıfların en güzeli Hakkın Habibi Dürri Beyza Efendimiz için kullanılmıştır. Sözden inciler bin bir itina ve hassasiyetle Beşeriyetin En Hayırlısı Muhammed Mustafa Efendimiz için dizilmiştir. Şiirlerin en duygulusu İnsanlığın Saadet Kaynağı Efendimiz için yazılmıştır. Özlemlerin en derini Kainatın Ay Yüzlüsü Efendimiz'e karşı duyulmuştur. Osmanlı düşünce geleneğinin siyasette, tefekkürde, ilimde, irfanda, içtimaiyatta, sanat ve estetikte çok yönlü bir şekilde, arı duru bir gönül zenginliğinin zirvesinde yüzyılları aşan süreç boyunca nesilden nesle devam etmesi ancak dünya ve ahirette hiçbir kimseye borçlu kalmayan Ser-Çeşme-i Kerem Efendimiz'in yüzü suyu hürmetine ihsan edilmiş bir nimettir. Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri'nin ‘Senin zikrini yücelttik' ferman-ı İlahî'sinin tecelli ve tecessüm etmiş, yaşantıya ve ifadeye dökülmüş haline bu lütuf çok görülmemelidir. Ancak ne zaman ki O'nun zikri varoluşsal çerçevede anılmaktan çıkartılmış, işte o vakit insanlık O'na muhtaç hale gelmiş ve Müslümanlar O'nun yolunu gözler olmuştur.


    Şari-i Ekrem ve Nebiyyi Muhterem Aleyhi Ekmelü's-Salatü Vesselam Efendimiz'in yüklendiği mükellefiyet ne zaman ki vahye aracılık eden sıradan bir ‘kişi' derekesine indirilmiş, o zaman insanlık, O Kutlu Elçi'nin Beşeriyeti Aydınlatan Ay Yüzlü güzelliğinin saçtığı ışığa muhtaç hale gelmiştir.


    Modern dönemin, kendini tanrılaştırma çabasına soyunmuş, İlahî iradeye meydan okuyan, vahyin karşısına cılız cüssesine bakmadan duran bu dönem insanının sözü edilen yüce misyonu fark edip idrak etmekten fersah fersah uzaklaştığını görmek ne kadar şaşırtıcıdır.


    Allah'ın Sevgilisi Rahmet Peygamberi Efendimiz'e olan yakınlığı bilimselliğin önündeki en önemli engel sayan ‘dışarıdan bakış'ın tayin ettiği kısırlıkla O'na mübarek isimleriyle hitap etmekten başka hiçbir vasfı layık görmeyen gafil insanlığın O'nu yeniden keşfetmeye ne kadar da ihtiyacı var. İnsanların birbirini acımasızca yok ettiği, herkesin, karşısındakini girdabından bir türlü kurtulamadığı tüketim çarkının bir parçası gördüğü çağımızda, derinden hissettiğimiz maneviyat boşluğundan kurtulmak için Ruhumuzun İlacı Gönlümüzün Sultanı Hidayet Nurunun Aynası Efendimiz'in kılavuzluğuna ne kadar çok ihtiyacımız var. O kutlu elçiden en çok mahrum kalan, zulmetin zifiri karanlığında kaybolmuş modern insan O'nun açtığı nurlu yolun aydınlığına ne kadar muhtaç!


    Çölün susuzluğunu vahaya çeviren Basarü'l-Vücûd Efendimiz!


    Mübarek ellerinin değdiği hurma yığınlarını bereketlendiren, sütsüz koyundan süt akıtan, kurumuş gözeden pınarlar fışkırtan Ekramü'l-Ekremin Efendimiz!


    Şefkat ve muhabbet dolu bir bakışı ile en sert gönülleri bile mumlara çeviren Nuru'l-Ayn Efendimiz!


    Muhabbet yoksunluğunun sarhoşluğu esnasında varlık ve kainat telakkimizin şirazesi dağıldı. Mübarek ellerinle bizim de başımızı okşa, bizim de ıstıraplarımızın dinmesine vesile ol! Bütün insanlık olarak can çekiştiğimiz şu ortamda bize de bir nefes ver! Varlığınla Nurlandırılmış Kutlu Şehrinin; Medinetü'n-Nebî'nin serinleten esenliğinden bir nefes de bize lütfet! Maddi ve manevi varlığımızın eşi benzeri görülmemiş biçimde savrulduğu, maneviyatın yerini vahşet ve dehşetin aldığı günümüzde; insanlık açtığın aydınlık yola müştak... Ümmetin eşsiz şefkatine muhtaç... Canlılar merhametine aç...


    Geçen yüzlerce yıla rağmen tazeliğinden hiçbir şey kaybetmemiş kutlu vahyin aydınlığında yürüyecek; mübarek ashabının üstlendiği sorumluluğa benzer bir mesuliyeti omuzlarında taşıyacak, O'nu modern insanın idrakine nakşedecek ak yüzlülerin çıkacağı günler için terennüm ettiğimiz dua ve niyazlarımıza seni vesile kılıyoruz...


    Salat, Selam ve Övgülerin En Üstünü Sana olsun Ey Fahr-i Enbiya ve Sened-i Asfiya Muhammed Mustafa...

    İncinmeyen ve İncitmeyen Peygamber

    Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz

    Kur'ân Allah Rasûlü'nün yaratıklara olan şefkatine, insanlara olan merhamet ve re'fetine işaret etmektedir: "Size kendi içinizden öyle bir Peygamber geldi ki, sizin hüsranınıza üzülür, saadetinizi cidden ister; müminler için yüreği rikkatle ve merhametle çarpar!"1


    Allah Teâlâ bu âyette kendi isimlerinden olan Rauf (çok şefkatli) ve Rahim (pek merhametli) sıfatlarını Peygamber Efendimiz'e de vermiştir ki, önceki peygamberlerden hiçbiri bu sıfatların ikisine birden mazhar olmamıştır.


    Beşerî ilişkilerde empatinin en önemli vasfı yumuşaklıktır. Peygamberimiz de bu özelliği sebebiyle insanların kabulüne mazhar olmuş, gönüllere taht kurmuştur. Zaten beşerî münasebetlerde insanları etkileyen deha ve zeka değil, karakter ve tutarlı şahsiyettir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Allah'ın Sana olan rahmeti sayesinde insanlara karşı yumuşak davrandın. Sen katı yürek!i, sert ve acımasız olsaydın insanlar etrafından dağılıverirlerdi."2


    İnsani ilişkilerin nirengi noktası, karşısındakinin farkına varmak ve onun da insan olduğu duygusuna ermektir. Sadece "kendi" merkezli yaşamak, "ben merkezli" düşünmek ve karşısındakileri hiçe sayıp görmezden gelmek insani ilişkilerin en önemli zaaf noktalarından biridir. Beşerî münasebetler, insan ilişkileri ve kişisel gelişimle ilgilenenler derler ki: İnsani ilişkilerin temel noktası, "empati" denilen kendini karşısındakinin yerine koyma prensibidir. Bu açıdan baktığımızda, Asr-ı Saadet'te insanlar Peygamber Efendimiz'in karakter ve şahsiyetine hayranlık duyarak sıcak bir duygu, yanık bir gönülle kendilerini O'nun etrafında pervane etmişlerdir. O'nun (sav), bulunduğu konumu şahsi çıkarları için kullanmayan, külfette en önde, nimet paylaşımında ise en sonda bulunması insanların gözünden kaçmamıştır. Medine'de sebebi bilinmeyen bir gürültü koptuğunda "Ne oldu, bu ses neyin nesi?" diyerek herkesin birbirinden medet umduğu bir sırada O, Ebû Talha (ra)'nın Mendub isimli atına binerek sesin geldiği yere gitmiş ve durumu tetkik ettikten sonra "Korkulacak bir şey yok" sözüyle ashabına sükunet telkin etmiştir.3


    Diğer yandan, Hendek savaşında hendek kazımı esnasında Cabir b. Abdullah (ra)'ın sofrasına davet ettiği yüzlerce sahabeyi bizzat kendisi servis yaparak doyuran ve en sonunda sofraya oturan O'ydu.4 O'ndaki bu fedakar, gözü tok ve riskten kaçınmayan tavır ashabının hayranlığını celb ediyordu.


    Allah Rasûlü'nün, yakın çevresinde bulunan aile fertlerinden başlayarak bütün ashabına ve topyekun insanlara karşı şefkat ve merhametle davrandığını, hiç kimseyi asla incitmediğini görüyoruz.


    Gördüğü yanlışlar ve hatalar karşısında insanları uyarırken, "galat-ı ruyeti" kendine izafe ederek, yani kendisinin yanlış görmüş olduğunu söyleyerek "Bana ne oluyor ki ben bazı kardeşlerimi şu şu hallerde görüyorum."5 derdi. O bu ifadeleriyle, "Kardeşlerim böyle yapmaz, ben herhalde yanlış görüyorum." demek isterdi.


    Kendisine yapılan her türlü haksızlık ve yanlışa karşı olgunlukla mukabele eder, insanların yanlışlarını bağışlardı. Nitekim bir ganimet dağıtımı esnasında kendisinden bol miktarda ganimet isteyen, bunu isterken de yakasına yapışma cüretinde bulunacak kadar ileri giden bedeviye tebessüm ederek talebini yerine getirmiş ve bağışlamıştı.6 Çünkü Allah Teâlâ: "(Ey Rasûlüm!) Sen af yolunu tut; bağışla; uygun olanı emret; cahillere aldırış etme!" 7 buyurmuştu.


    Haddini bilmeyen, sınırı aşan insanlarla ilişkide sürekli hoşgörülü davranmak, incinmemek ve incitmemek zor bir iştir. Hatta denilebilir ki incinmemek, incitmemekten daha zordur. Çünkü incitmemek eldedir. Elinize, dilinize, gözünüze sahip olursunuz, kendinizi frenlersiniz ve insanları incitmeyebilirsiniz. Ama insanların ham, çiğ davranışları karşısında incinmemek elde olan bir şey değildir. Bu ancak çok engin bir gönülle aşılabilecek bir nefs engelidir. Allah Rasûlü incitmediği gibi incinmezdi de. Ashab arasında bedevilikten gelmeleri sebebiyle kaba davranışlar sergileyen insanlar olurdu. Hatta Mescid-i Nebî'ye bevletmeye kalkanlar bile vardı. Ancak, O bunlara kızmaz ve bu davranışları sergileyen kimseleri incitmemeye özen gösterirdi. Ashab arasında ölçüsüz tepki gösteren olursa onları da uyarır, hoşgörüye ve incitmeyen nazik tavra davet ederdi.8 Kendisinden, zina etmek üzere izin istemeye gelen bir delikanlıyı hiç kırmadan, incitmeden birtakım sualler sormak suretiyle bu işin yanlış olduğuna inandırmış ve düşüncesinden vazgeçirmişti.9


    Temelinde hamlık ve hoyratlık bulunan kaba davranışlar ve haddini aşan cinsten tavırlar insanları incitir, üzer ve gönüllerini kırar. Nübüvvet pınarının ser-çeşmesi olan peygamberler ve başta Hz. Peygamber incinmeme ve incitmeme konusunda insanlığa model olmuştur. Ahlaki erdemler de ancak model şahsiyetlerden öğrenilebilir. İslam tarihi boyunca ümmetin yaşadığı güzelliklerde Allah Rasûlü'nün yüce şahsiyetinin ve üstün karakterinin izleri vardır. İnsanlar O şahsiyete yaklaşabildikleri ölçüde toplumda kabule layık faziletlere ermişlerdir. İncinmeme ve incitmeme felsefesi edebiyatımızda da ayrı bir güzellik rüzgarı oluşturmuş ve pek çok şair bu konuda duygularını dile getirmiştir. Bunlardan biri olan Pertev Paşa bu manayı şöyle ifade eder:


    Ne şemm et bülbülün verdin, ne de hârdan incin


    Ne gayrın yârine meyl et, ne sen ağyârdan incin


    Ne sen bir kimseden âh al, ne âh u zârdan incin


    Ne sen bir kimseden incin, ne senden kimse incinsin


    (Ne bülbülün aşık olduğu gülü kokla ne de dikenden incin, dikenden inciniyor ve korkuyorsan gülü koklamamalısın. Çünkü gülü seven dikenine katlanır.


    Ne Allah'ın dışında başkasının sevgilisine ilgi duy, ne de ağyar sayılan Allah'ın dışındakilerden incin. Allah'ın dışındaki fani şeylere gönlünü kaptırırsan incinirsin, çünkü faniye güvenmek sonuçta insanın güvenini yıkar.


    Ne sen başkasından ah al, ne de başkasının ah u zarından incin. Çünkü başkasından ah alacak işler yapanın başkalarının kendisine ah çektirmesiyle incinmeye hakkı yoktur.)


    Doğrusu başkasından incinmemek ve başkasını incitmemektir. Tek kelimeyle kalb-i selim sahibi olmaktır.

    Esma-i Nebî (Peygamberimizin Mübarek İsimleri)

    Kaynaklarda Hz. Peygamber'in 200'den fazla ismi mevcuttur. Hattat Hilal Kazan bu isimlerden Esma-i Hüsna tarzında levha formuna uyan 102 tanesini seçerek orijinal bir konsept oluşturdu. Geçtiğimiz hafta yayınladığımız eserinden sonra bu levha da ilk defa Sonpeygamber.info'da yayınlanıyor.


    Tablodaki tezhib ise Hatice Algun'a ait.


    Levhanın hemen altında ayrıca Esma-i Nebî'nin Latin harfleriyle okunuş biçimlerini de bulabilirsiniz.

    Image

    Tâ-hâ Âkib Hâşir Mâh Vahid Ahyad Mahmûd Hâmid Ahmed
    Kayyim Rasûlü'r- rahmet Nebi Rasûl Seyyid Tayyib Mutahhar Tâhir Yâ-sin
    Safiyyullâh Habibullâh Abdullâh Müzzemmil Müddessir İklîl Kâmil Mukaffi Muktef
    Şehîr Ma'lûm Mansûr Nâsir Müzekkir Müneccîn Muhyî Hâtemü'l- enbiyâ Neciyyullâh
    Hüden Misbâh Sirâc Münzîr Nezîr Mübeşşir Beşîr Meşhûd Şâhid
    Mükerrem Me'mûn Emîn Hafiy Mucâb Med'uv Dâin Münîr Mehdi(Muhdi)
    Gays Gavs Buşrâ Mutî' Mutâ' Zû-hurmet Zû-kuvvet Müemmel Mekîn
    Muhtâr Ümmi Munteka Müctebâ Mustafâ Seyfullâh Urvetun- vüska Ni'metullâh Gıyâs
    Berr Sıdk Musaddik Sâdik Muslih Sâlih Şefî' Müşeffa' Ecîr
    Kâfin Mukaddes Şefîk Kefîl Mütevekkil Vekîl Nasîh Vecîd Meberr
    Hâdin Sâik Sâbik Mevsul Vâsil Şâfin Mübelliğ Müktef Bâliğ
    Mufaddal Fâdil Mühdin


    Sallallâhu aleyhi vesellem. Ketebethü`l fakîre Hilâl. Tilmîzetü Çelebî. Gufire Zünûbuhümâ. H. 1429 [M. 2008]



    About This Blog

      © Blogger template 'Isfahan' by Ourblogtemplates.com 2008

    Back to TOP